Kaygı (Anksiyete) Bozukluğu Nedir?

Halk arasında kaygı, bunaltı ve sıkıntı olarak da bildiğimiz anksiyete, bizim için tehlikeli olan bir durum veya bu durumla ilişkili uyaranlara karşı verdiğimiz bedensel ve zihinsel bir tepkidir. Hissettiğimiz bu kaygı aslında hayatımızı devam ettirebilmemiz için oldukça önemlidir. Ancak bu doğal tepki gündelik yaşamımızı etkilemeye başladığında olumsuz bir olguyu işaret etmektedir. Esas amacı harekete geçirmek olan kaygı, yüksek düzeyde olduğunda bizi tam tersi şekilde durdurmaya başlar. Gündelik hayatta yaptığımız sıradan şeyleri bile yapamayacak duruma gelebiliriz. Bundan dolayı öncelikle “normal-anormal” veya “sağlıklı-sağlıksız” kaygıdan, stresten bahsedelim. Bir örnek üzerinden ilerlersek çok daha iyi anlayabiliriz. Lara bir üniversite öğrencisi ve iki hafta sonra finalleri başlıyor. Lara’nın stresli olması beklenen bir durum. Stresi onu ders çalışmaya yönlendirecek, sınavlarına hazırlanmasını sağlayacak. Bir de aksi bir duruma göz atalım. Lara haftalar öncesinden o kadar kaygılanmaya başladı ki ders çalışmak için masaya oturduğunda dikkatini toplayamıyor, midesi bulanıyor ve yemek yiyemiyor. Sınav anında da o kadar stresli ki sorulara odaklanamıyor. Tahmin edebileceğiniz gibi birinci durumda sağlıklı, normal bir stres halinden bahsediyoruz. İkincisinde ise sağlıksız, anormal bir stres halinden. Burada esas olan konu “işlevselliğimiz” diyebiliriz. Kaygı, işlevselliğinizi olumsuz yönde etkiliyorsa sağlıksız veya anormal; olumlu yönde etkiliyorsa sağlıklı veya normal olarak sınıflandırılabilir.

Kaygının işlevi nedir? Zihnimizde nasıl bir yol izler?

Anksiyete bozukluğunda kişinin bedeni ve zihni ortada bir tehlike yokken sanki tehlike varmışçasına tepki verir. Kişi, bedeninden ve zihninden gelen bu tepkiler sonucunda da huzursuzluk hisseder. Peki neden olmayan bir tehlikeye karşı sanki varmışçasına tepki veriyoruz? Zihnimiz işlemci gücü aşırı yüksek bir bilgisayar gibidir. Dünyaya geldiğimizden itibaren çevremizdeki tüm uyaranları algılar, yorumlar ve tepki veririz. Aşağıdan yukarıya doğru gelişen beynimizin ilk oluşan kısmı temel hayatta kalma işlevlerimizi ve reflekslerimizi yöneten alt beyindir. Burada maruz kaldığımız uyarana vereceğimiz tepki “bilinçli karar verme” alanımız olan ön frontal kortekse gelmeden önce “alışıldık” veya “alışılmadık” olarak sınıflandırılır. Alışıldık uyaranlar muhtemel olarak tehlike arz etmeyeceğinden ön frontal kortekse değerlendirilmeye yollanır. Ancak “alışılmadık” olan uyaranlar direkt olarak alt beyini harekete geçirerek tehlike arz edebilme ihtimaline karşı “savaş veya kaç” mekanizmamızı harekete geçirir. Bu mekanizmanın harekete geçmesi için en önemli bileşenlerden bir tanesi de kaygıdır. Kaygının bedensel semptomlarından bazıları olan kalp atışında hızlanma, yerinde duramama, nefes alıp vermede hızlanma, adrenalin hormona salgılama durumları bizi savaşmaya veya kaçmaya hazırlar. Aynı şekilde zihinsel semptomlardan biri olan odaklanamama da buna bir örnek olabilir çünkü zihnimiz kaygı durumundayken uyaranı ön kortekste değerlendirmek yerine alt beynimizde refleks olarak gerekli tepkiyi verir. Anksiyete bozukluklarında deneyimlenen durum da uyaranların yanlış yorumlanması ve bu yanlış yorumlanma sonucunda hissettiğimiz kaygıdır. Peki neden yanlış yorumluyoruz? Bu bizim farkında olarak yaptığımız bir şey değil. Çevremizi algılarken daha doğrusu öğrenirken şemalardan yararlanıyoruz. Piaget’in Bilişsel Gelişim Kuramının temelini oluşturan bu düşünceyi şu şekilde özetleyebiliriz: Algıladığımız uyaranı beynimiz otomatik olarak hızlı bir şekilde değerlendirmek zorundadır. Örneğin bir at gördüğümüzde zihnimiz öncelikle hayvanlarla ilgili şemasına gider. Buradan dört ayaklı hayvanlara ardından yaşadığı yerde görebilme ihtimali olanlara giderek en uygun cevabı verebilir. Bu basit ama etkili öğrenme biçimi olan şemaları sadece nesneleri öğrenirken değil tüm hayatı öğrenirken kullanıyoruz. Örneğin bir hata yaptığımızda, korktuğumuzda, yalnız kaldığımızda ve bunlar gibi hemen her durumda vereceğimiz tepkiler aslında çok önceden öğrendiğimiz şemalarımızdan geliyor. Çünkü şemalarımız beynimiz için en hızlı ve en kolay şekilde ulaşılabilir bilgileri içeriyor. Anksiyete bozukluklarındaki yanlış yorumlamalar daha doğru ifade edersek çarpıtılmış düşüncüler de bundan kaynaklanıyor. Daha iyi anlayabilmemiz için bir örnek üzerinden gidelim. Sosyal anksiyetesi olan bireylerde en sık karşılaştığımız çarpıtılmış düşünce örneği olarak “insanların kişiyi eleştireceği, yargılayacağı veya alay edeceği” verilebilir. Peki kimimiz için çok sıradan olan bu durum sosyal anksiyetesi olan bir kişi için neden bu düşünceleri doğuruyor? Örneğimizdeki kişi sosyal ilişkiler kurduğu ilk zamanlarda deneyimlediklerini şemalarına işledi. İlk sosyal ilişkilerimizi kurduğumuz aile bireylerimiz veya akranlarımız tarafından maruz bırakıldığımız kötü deneyimler ilerleyen zamanlardaki tüm sosyal ilişkilerimizi en hızlı şekilde yorumlayabilmemiz için şemalarımızı oluşturur. “Etrafımdaki diğer kişiler beni eleştirebilir, hor görebilir” şeklinde edindiği çarpıtılmış düşünceyi içselleştiren kişi benzer durumlarda en bildiği yol bu düşünce, şema olduğu için ilk olarak oraya gidecektir ve doğal olarak kaygı tepkisi oluşturacaktır.

Kaygı Bozukluklarının Çeşitleri

Yazımın bu kısmında kısaca anksiyete bozuklukları başlığı altında yer alan bozukluklardan bahsedeceğiz. Anksiyete bozuklukları; yaygın anksiyete bozukluğu, panik bozukluk, sosyal fobi, özgül fobi, ayrılma kaygısı bozukluğu, seçici konuşmazlık (mutizm) ve agorafobi olarak 7 başlıkta incelenir. Hepsinin ortak özelliği kişinin deneyimlediği yüksek kaygı olmasına rağmen ilerleme süreci tabii ki farklılık göstermektedir.

Yaygın Kaygı Bozukluğu; kişideki sürekli, durumla uygun olmayan, aşırı kaygı hali olarak tanımlanabilir. Yaygın anksiyete bozukluğu olan kişiler hiçbir şey kendi kontrollerinde değilmiş gibi hissedeler, her durumda muhtemel en kötü sonucu düşünürler ve yüksek, denetlenemeyen bir endişe halinde olurlar. Türk Psikiyatri Derneği’nin verdiği verilere göre yaygın anksiyete bozukluğunun yaşam boyu görülme sıklığı %5 ile %6 arasındadır. Bireyler yaşlandıkça kaygı duyarlılığının artması sonucu olarak yaygın anksiyete bozukluğunun görülme ihtimali de yaş ilerledikçe artar. Panik Bozukluk: Panik atak, göğüste sıkışma, çarpıntı hissi, nefes darlığı veya boğulma hissi, bunlardan kaynaklanan ölüm korkusu gibi belirtilerle aniden ortaya çıkan ve zaman zaman tekrarlayan, yoğun bir sıkıntı veya korku nöbetidir. (TPD, 2022) Panik atak geçiren kişiler kalp krizi geçirdiklerini düşünseler de yapılan kontroller sonucunda kardiyolojik olarak bir problemleri olmadığı görülmektedir. Panik atak, birdenbire başlar ve giderek şiddetlenir. Nadiren 1 saate kadar ulaşsa da genel olarak 10 ila 30 dakika arası sürer ve kendiliğinden geçer. Sosyal Fobi; kişinin sürekli olarak sosyal ortamlarda diğer insanlar tarafından eleştirilmeye, yargılanmaya, rezil veya mahcup olmaya karşı belirgin korkusudur. Sosyal fobisi olan kişiler başkaları ile etkileşimde bulunmaktan olabildiğince kaçınırlar. Genel olarak bu kişiler, kendilerindeki en ufak farklılığın bile diğerleri tarafından eleştirileceğini, küçük görüleceğini düşünürler. Örneğin sosyal fobisi olan biri başkalarıyla otururken kaygılı halinin, oturma şeklinin, titreyen veya sallanan ayaklarının hor görüleceğini, eleştirileceğini düşünebilir. Özgül Fobi; uçağa binme, yükseklik, kan görme, herhangi bir hayvan görme gibi özgül bir nesne ya da durum kaynaklı kişideki belirgin korku, kaygı halidir. (APA, 2013) Kişi, korkulan durum veya nesne ile karşılaşmaktan olabildiğince kaçınır ve bu kaçınma hali kişinin gündelik işlevselliğine oldukça zarar verir. Ayrılma Kaygısı Bozukluğu: Kişinin evden ya da bağlandığı başlıca kişilerden ayrılacak gibi olduğunda veya ayrıldığında aşırı kaygılanma; bağlandığı başlıca kişileri yitireceği veya başlarına ölüm, kaybolma, hastalık vb. bir şey geleceğine dair sürekli ve aşırı kaygılanma; ayrılma korkusundan dolayı evden ayrılmakta güçlük çekmek veya buna karşı koymak; evde ya da başka ortamlarda yalnız kalmak konusunda aşırı kaygılanma gibi semptomların bulunduğu bir kaygı bozukluğu türüdür. (APA, 2013) Seçici Konuşmazlık (mutizm); kişinin başka durumlarda konuşuyor olmasına rağmen okul, iş yeri gibi kişinin konuşmasının beklendiği durum/ortamlarda sürekli bir şekilde konuşamıyor olmasıdır. Agorafobi: Agorafobi, kişinin kaçmasının zor olabileceğini düşündüğü (örn. kalabalık bir konser alanı veya alışveriş merkezi) ortamlarda panik benzeri yetersizlik düşündüren veya utanç hissettiren semptomların olması durumunda yardım alamayacağından korktuğu için bu gibi ortamlardan kaçınması veya bu gibi ortamlarda aşırı kaygılanması olarak tanımlanabilir. (Akçakaya & Yücens, 2020)

Kaygı (Anksiyete) hakkında daha detaylı bilgi ve randevu almak için Antalya Konyaaltı’nda bulunan Tales Psikoloji kliniğimize başvuruda bulunabilirsiniz.

Antalya Psikolog Tunahan Şahin

HER TÜRLÜ PSİKOLOJİK SORU VE SORUNLARINIZ İÇİN İLETİŞİME GEÇEBİLİRSİNİZ.

7/24 İletişim Hattımız. Nasıl Yardımcı Olabiliriz?